Ortaköy'deki 7 Milyon TL'lik (eski parayla 7 trilyon) değerindeki arsa satışıyla ilgili oylama birçok sonuca gebe oldu. Bu süreç AK Parti içinde çatlak yaratırken, CHP içinde ise bölünmeye sebebiyet verdi. Aynı zamanda Belediye Başkanı Özcan Işıklar'ın "şeffaf olmayan" tahammülsüzlüğünü de bir kez daha yakından gösterdi.
Halkın oylarıyla meclise girenler arasındaki tutum ve davranışlar tartışmaya açıldı, her iki siyasi partinin ciddi bir strateji belirlemeye, kendine bir çeki düzen vermeye ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı.
"Alt tarafı bir arsa satışı" diyenlerin siyasi kariyeri masaya yatırıldı, halkın menfaatini savunduğunu iddia eden kişilerin samimiyeti; ağızlardan çıkan cümlelerle netlik kazandı.
Dün sokağa çıktığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşasam da, olup biteni tam olarak kavrayamayan seçmenin bakış açısında değişen pek bir şeyin olmadığını gördüm. Kim, daha önce neyi düşünüyorsa herhangi bir sapma yok şimdilik. "Hırsızsa benim hırsızım, yanlışsa benim yanlışım, doğruysa benim doğrum" mantığı devam ediyor.
Silivri halkı, bu kısa sürede konuya hemen vakıf olmadığı için, ilerleyen zamanlarda taşların yerine oturacağını düşünüyorum. Çünkü arsa satışındaki kavga bizlere yeni bir çizgi açmalı, yeni bir fikir uyandırmalı, sorumluluk bilincimizi daha da güçlendirmeli.
Belediye Meclisi'ne giren, Silivri'yi yöneten ve tüm yetkiye sahip olan "32 siyasi kimliğin" kaderine terk edilen bir ilçe için çok fazla duyarsızız! Belki bugün 7 trilyonluk satış konusu ciddi gerçeklerin ortaya çıkmasına bahane oluştursa da, önümüzdeki 4 yıl içinde yeni krizlerin yaşanmayacağı ya da yeni satışların olmayacağını kim garanti edebilir ki? Siyasi gücü eline alan kişilerin, "halkın menfaatine satıyoruz" dediği Silivri arsalarının, herhangi bir getirisi olmadığı böylelikle anlaşılırken, binlerce insanın hakkı olan bu menkullerin gelecek nesiller üzerinde yaratacağı olumsuz etkinin vebalini yine bu "32 kişi" alacaktır.
Tüm bunları kaderine terk etmektense, arsa satışlarının hizmet anlamındaki karşılığı olmaması, biraz daha dikkate ve duyarlılığa davetiye çıkarıyor. Ve bu, aynı zamanda siyasi partiler içindeki davranış değişikliğini de gözler önüne seriyor.
Kişinin iyi niyetli ya da kötü niyetli olduğunu hemen anlayamazsınız ama o kişiyi "uzun bir süre takip ederseniz", amaca doğru ilerlersiniz. CHP'li Belediye Meclis üyelerinin tümü, mümkün olduğunca meclis toplantılarına katılım gösteriyor. AK Parti'de zaman zaman eksikler göze çarpsa da, genelde katılıyorlar. Fakat önemli meclis toplantılarındaki eksikler dikkat çekince insanın kafası karışmıyor değil!..
1 ayda sadece 2 defa yapılan Meclis oturumlarına katılmamak çok zor gelmiş (!) olacak ki, bugün yaşanan krizleri de hesaplamışlardır muhtemelen. Sözüm Meclis'ten dışarı demek isterdim ama, Meclis'in tam da içinde!
Mart ayı meclisinin Pazartesi günkü birinci oturumunda zaten her şey olacakların habercisiydi. Yani Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliyken, bilerek ya da bilmeyerek siyasi hata yapmak, ciddi meydan okumaktır. Ortaköy'deki arsa, bir CHP'li Başkan tarafından satılmak isteniyor, ama bu başkana yine bir CHP'li karşı çıkıyor! Sancı devam ediyor... Cuma günkü oturumda yine polemik yaşanıyor, CHP'li 4 üye "Satışa hayır" diyor. AK Parti gurubu da "Hayır" diyor ama, "içindeki İrlandalılar" sayesinde yine Özcan Başkan'ın istediği oluyor. Yani satış süreci başlıyor.
Bu kez AK Parti'nin toplantıya gelmeyen Meclis Üyeleri Yusuf Köroğlu, Mustafa Saral ve Lütfü Vardar'a gözler çevriliyor. Mustafa Saral'ın yasal izinli sayılması durumunda geriye Yusuf Köroğlu ve Lütfü Vardar kalıyor. Parti yöneticileri, iki isimi tartışmaya açıyor, bugüne kadar ki süreci değerlendirmeye alıyor.
Aslında mevzunun çıkış noktası 2014 yerel seçimleriyken, patlaması bugüneymiş! AK Parti, bazı CHP'lilerin desteği olmasına rağmen, sırf toplantıya gelmeyen meclis üyeleri yüzünden tarifi fırsatı elinden kaçırdı. Ve bunun bir diyeti olması lazım!.. Halkın menfaatini savunan, böyle önemli bir toplantıda menfaat koltuğunda oturacaktı. Eğer oturmuyorsa, bunun başka bir izahı olur: "İçimizdeki İrlandalı!"
AK Parti içinde bir süredir çeşitli iddialar ve yorumlar yapılıyordu. Meclis üyelerinin "demokrasi" denilmeyecek kadar bariz hal ve hareketleri vardı. Şimdi bu olay da tuzu biberi olacak gibime geliyor.
Yusuf Köroğlu ve Lütfü Vardar isimleri arasında bir tercih durumu ortaya çıkabilir. AK Parti, bu skandal hatanın sorumlusu olarak Lütfü Vardar'a faturayı keserse şaşırmayın. Dedim ya, yerel seçimlerden sonraki hal ve hareketler bende onu çağrıştırdı. AK Parti gurubu, iyice kangren olmaya başlamadan önce yarasını onarmalı. Belki bugün 1'i gidebilir, ama bakarsınız bir yerden 5'i gelir!..