Biz soy olarak duygusal bir aileyiz. Atalarımız Kerkük Musul civarından gelmiş Türkmen soyundan yani halis muhlis Türk’üz.
Merhum dedem namı değer Tekkaya. Asıl adı Kaya Bey. (Sonradan Ermiş. Soyadını almışlar.) Merhum Dedem müthiş kaval çalar Kerkük ağzı dediğimiz Barak havalarından türküler söylerdi. Savaşçıydı! (8 sene askerlik yapmış) Bizim köy çevresinde üç tane Rum köyü varmış ve Rumlar çeteler kurup, bizim köy Küpecik ve hemen yanı başımızdaki Cüce Köylülere musallat olmuşlar, savaş başlatmışlar. Rum çetelerle savaşan dedem ve arkadaşları Rumlar’ın köylerini terk etmelerini sağlamışlardır. Mesela Rumlar bizim köyü yakmışlar, köyde taş üstüne taş bırakmamışlar. Dedem ve çete arkadaşları köyü yakanlardan misli ile intikamımızı almış, onlarca Rum’un kellesini köy meydanına getirip, dökmüş. İşte bu vesile ile “Tek başına Kaya yapmış” dilden dile söylene söylene dedemin adı Tekkaya olarak anılmış ve bu isimle ünlenmiştir.
Dedemin babası, Gülağa dedemin kendisini hiç tanımadım ama dedemden babası Gülağa’yı çok dinledim. O’da çok mükemmel bir adammış. Rahmetli dedem öldüğünde ben 20 yaşındaydım.
*
Merhum Babam Gülahmet Ermiş mülayim bir adamdı, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, dedemin tam aksine usluluğu ile kendini sevdirmiştir. Merhum babamda çok güzel kaval çalar türkü söylerdi. Babam Gülahmet Ermiş tam bir Aşık Reyhani, Aşık Murat Çobanoğlu, Aşık Ali Kızıltuğ ve İzzet Altınmeşe, Mustafa Küçük hayranıydı...
Merhum dedemin de, merhum babamın da tek geçim kaynağı hayvancılık ve tarımdı. Kendi koyunlarımız vardı iki yüz, üç yüz civarı...
Yazları yaylalarda, Değirmenönü dediğimiz kışları serin, karın az yağdığı yerlere göçerlerdi.
*
Merhum Dedem Tekkaya’da, Merhum babam Gülahmet’te duygu adamıydı. Dertlendi mi ağlayabilen, insani duyguları olan insanlardı.
Hiç kimseden yani hiç bir hocadan ders almadan, dilsiz ve dilli kavalı konuşturan iki gönül insanı. Her ikisine de Allah rahmet eylesin…
*
Üçüncü kuşak Abim Bahri Ermiş zar zor, hatta dışarıdan bitirip diploma sahibi olan ilkokul mevzunu bir kişiydi. Kişiydi diyorum ya gerçekten kişiydi. Askere gidene kadar koyun otlattı, tarlada tapanda çalıştı yani eskiden bir köyde ne gibi bir iş yapılması gerekiyorsa hepsini yaptı.
Mesela Abim Bahri Ermiş dağda taşta, kırda bayırda koyun güderken bozuk saatlerle uğraşa uğraşa saat tamir ustası olmuş bir kişiydi.
Askerliğini Kırıkkale silah fabrikasında yaptı, eli her işe yatkın olduğu için silah fabrikasının as elemanları arasına girmeyi başardı. 24 ay askerlik döneminden yani teskere günü geldiğinde komutanları “Kal burada” demişler ama abim çobanlığı ve koyunlarını hatta köy hayatını çok sevdiği için, devlet işini elinin tersi ile ittirip, beyaz keçeyi giymeyi tercih etmiştir.
1962 yılında devlet işine girmek öyle her baba yiğidin harcı değilken, abim “Ben emir almayı sevmem” diyerek koyunu kuzuyu, tarla tapanı tozlu çamurlu yolları meraları tercih etmiştir.
*
Kısa ve özet geçiyorum derinine inersem 500 sayfalık kitap çıkar bu hikayeden. Abimde çok güzel türkü söyler, çok güzel kaval çalardı ve bir kırma ile birde erik ağacından yapılma dilli kavalı halen duruyor. Abim tam bir Ali Ekber Çiçek ve Muhlis Akarsu hayranıydı. Rahmetli Muhlis Akarsu ile tanışırdım ve vefat etmeden önce bir ricada bulundum, kendisi de kabul etmişti yani abimle tanıştırma sözü almıştım, kısmet olmadı ve içime dert oldu. Abim kavalı adeta konuştururdu yani kaval resmen ağıt yakar ağlardı...
*
Yukarıda yazdım abim çobanlıkla birlikte saat ustalığını da öğrenince ve buna yengemin hastalığında eklenince baktı çobanlığın sonu yok taşındı ilçemiz Ladik’e ve açtı bir saat tamirhanesi...
Tam otuz yıl Ladik’te ‘Saatçi Bahri’ diye anıldı, sevildi, müthiş bir çevre yaptı. Abim itikatlı ve inançlıydı, beş vakit namazını bırakmazdı.
*
Geçtiğimiz hasta sonu telefonla aradım halini hatırımı sordum; “İyiyim ama gardaş boğazlarım yanıyor, öksürük var, nefes almakta güçlük çekiyorum” deyince ‘Doktora gittin mi?’ dedim. “Gitmedim basit bir üşütme her sene bu aylarda olurum böyle. Başta ıhlamur olmak üzere bazı bitki çayları içiyorum, beni rahatlatıyor” deyince ‘Abi yarın kesin doktora gidiyorsun, muayene ol ve gerekirse test yaptır’ diye sıkı sıkı tembih ettim. “Tamam söz gideceğim” dedi. Ben o günün akşamı tekrar aradığımda doktora gittiğini, sonuçlarının bir gün sonra belli olacağını söyledi. Dediği; bir gün sonra tekrar telefonla aradım, gülerek “test sonuçlarım geldi pozitif çıktı yahu” dedi. Eve karantinaya göndermişler ve sağlıkçılar, “yarın size beş adet ilaç getireceğiz” demişler, gitmişler. Ben ilaçların geldiği gün tekrardan yine aradım, sesi çok güzel geliyordu. Eski yeni günlerden konuştuk, dertleştik. Ben kendisinde en küçük bir hastalık emaresi sezmedim, birde üstüne üstlük “şükür çok iyiyim” dedi.
Ertesi günü benimde hastanede kontrollerim vardı, kendi telaşıma düştüm her gün arayan ben o gün arayamadım hatta aklıma geldi ama çok öksürüğüm var diye kendi kendime ‘Yarın ararım’ dedim vurdum kafayı yattım.
Abimi ben arayamadım ama oğlu kızı aramış konuşmuşlar, gayet neşeli geçen sohbetlerin ardından, yemeğini yemiş, yatsı namazını kılmış, biraz televizyon izlemiş yatmış. Yanında yengem vardı, ‘ağrım var sızın var’ dememiş vurmuş kafayı uyumuş ve sabah ezanı ile kalmış abdestini almış, sabah namazını kılmış kanepenin üzerine uzanmış, yengeme “Hanım ben şuracıkta biraz uyuyayım” demiş. Uzanmış yatmış ve bir daha uyanamamış.
Geçtiğimiz çarşamba günü sabah sabah gelen telefonda yeğenim, “Amca babamı kaybettik başımız sağ olsun” deyince şaka yapıyor zannettim. Turp gibi, sapa sağlam bir adama ölümü hiç kondurmadım. Maalesef doğru çıktı hısım akraba, eş, dost, anamın babanın ölüm acılarını yaşadım ama gardaş acısı da çok daha başkaymış. Adeta beynimden vurulmuşa döndüm.
Ömründe kendisi için doktor yüzü görmeyen abim maalesef covid-19 illetine yeniş düştü. Yukarıda dediğim gibi her acıyı yaşadım ama gardaş acısı çok zormuş çok.
*
Bu çok büyük acım içindeyken, sizlerden ricada bulunuyorum lütfen “Bana bir şey olmaz” demeyin ve sosyal mesafenize dikkat edin, maskesiz sokağa çıkmayın, en önemlisi de hijyeni önemseyin.
Kendinizi düşünmüyorsanız bile sizi sevenleri düşünün…