23 Nisan 2025 tarihinde (Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın yıl dönümünde) meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem, Silivri merkezli olarak özellikle İstanbul’da etkisini gösterdi. Depremin ardından ilçe protokolü, Kaymakam Tolga Toğan ve Belediye Başkanı Bora Balcıoğlu öncülüğünde, afetin getirdiği zorluklara karşı anında harekete geçti.
Deprem sonrasından itibaren nasıl bir sınav vereceğimiz, hem basın mensubu olarak hem de bir vatandaş olarak nelerle karşılaşacağımızı merak ediyordum açıkçası.
Kaymakam ve Belediye Başkanına düşen, öncülük ettiği bu krizde acil durum yönetimini elbette en iyi şekilde sağlarken, siyasi hoşgörü ortamının da korunarak Silivri’ye yakışan dayanışma ruhunun önemli bir örneğini sergiletebilmeleriydi.
Depremler, doğal afetler arasında en yıkıcı olanlarından biridir ve şehirlerin hazırlık düzeyine, afet sonrası yönetim yeteneklerine, yerel yönetimlerin ve devlet kurumlarının etkisine bağlı olarak sonuçları değişkenlik gösterir.
Silivri'de bu manzaraya alışkınız aslında. Alışkın ve tecrübeliyiz ama “Bakalım neler olacaktı?” diye düşünmeden kendini alamıyor insan. Dün yaşanan deprem, ilçe protokolünün ne denli hızlı ve etkili bir şekilde harekete geçtiğini gözler önüne serdi. Silivri Kaymakamı ve Belediye Başkanı, afetin hemen ardından Afet Koordinasyon Merkezi'nde toplandılar.
Siyasi partilerin ve devlet kurumlarının yaptığı afetle mücadele işbirliğine şahit olduk. Afet sonrası oluşan ihtiyaçlar karşısında İstanbul Valiliği ve ilgili bakanlıkların aldığı kararlar, ilçe yönetimi tarafından harfiyen uygulandı. Toplumsal düzenin ve güvenliğin sağlanması açısından hayati bir rol oynadı. Evlerinde kalamayan insanların verdiği tepkiler ya da bunu fırsata dönüştürme çabasında olan art niyetliler olamaz mıydı? Yani Silivri’de devlet duruma hakimdi…
Tolga Toğan ve Bora Balcıoğlu, sahada aktif olarak çalışarak, özellikle acil barınma ve yeme-içme ihtiyaçları olan vatandaşların yanında yer aldılar, hal ve hatırlarını sordular. Silivri’nin en tepedeki en yetkili isimleri kendileriydi. Vatandaşların ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamak için her şey mümkün olmasa bile, insanları yalnız hissettirmemek açısından son derece önemliydi.
Ayrıca artık afetle mücadelenin seviye atlaması gerektiğini topluma kabullendiremedik. Afetlerle karşılaşma olasılığımız sürekli bir tehdit oluşturuyor. Koca koca profesörler bile ikiye bölünmüş durumdayken, sağlam yapıda hayat sürmekten başka çaremiz yok anlaşılan. Bu nedenle Bakanlıkların ve belediyelerin rolü her geçen gün daha da artıyor.
Kentsel dönüşüm, kentsel dönüşüm, kentsel dönüşüm…
Silivri’nin riskli alanlarının Volkan Yılmaz zamanında tespit edildiğini, birçok aşamaya geçildiğini arşivlerden hatırlıyorum. Peki geriye ne kalıyor? İnsanlar elbette “Paramız yok, devlet yapsın” istiyor. Ama bu çözüm değil, bu bekleyiş doğru da değil!
Parası olup canını düşünen müstakil evlere geçiyor, az katlı sıfır daire alıyor. Peki ya olmayan?
Herhalde “yardımlaşma ve dayanışma konusunda” Türk milletinin üstüne başka bir millet yoktur. Abartı derecesinde yardımlar yapıyoruz ama keşke bu yardımlara ihtiyaç duyacağımız olaylar olmasa!
Silivri’de yaşanan son depremimiz, hem yerel yönetimlerin hem de toplumun dayanışma ruhunu sergilemesi açısından önemli bir deneyim oldu. Ama bu deneyim daha acı bir deneyim olmasın! Her ne kadar doğal afetler kaçınılmaz olsa da, bunların getirdiği yıkımları en aza indirmek için yerel yönetimlerin, devlet kurumlarının ve toplumun her kesiminin birlikte hareket etmesi elzemdir.
Ders almak için yerle yeksan mı olmak gerekiyor anlamış değilim.
Bu depremin merkez üssünde yaşayan ve her anına tanıklık eden biri olarak; başta Silivri olmak üzere, İstanbul ve depremin etkilediği tüm illerimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Dayanışmamız daim, yaralarımız en kısa sürede sarılsın.