Allah, yerine koyamayacağımız kayıplar vermesin. Bundan tam iki yıl önce MHP’nin Silivri’deki siyasi duayeni, Aycan Yılmaz’ı kaybettik. Rabbim rahmeti ile muamele eylesin.
Aycan Başkanımız da keşke bugünleri görebilseydi!
Kendi yetiştirdiği yani ülkücülüğü anlata anlata “Dava Adamı” olmasına da büyük emek verdiği yeğeni, kardeşi, iş ortağı, amcasının oğlu, MHP’li Volkan Yılmaz’ın Silivri’ye belediye başkanı olduğunu ah bir görebilseydi...
Göremedi işte ömrü yetmedi. Allah’ın rahmetini esirgemesini istemediğim kadim bir dostumdu hatta bir bana dost değil, derdi olan her dertliye dosttu...
O bir lokmayı bizimle paylaşır, aynı tabaktan bizimle yemek yer, her derdimizi çok rahatlıkla anlayabildiğimiz yarenimizdi...
Aycan Abi’de kanserdi ben de kanserdim, oturur uzun uzun sohbet ederdik. Ben kendime deli derdim ama o benden kat be kat deliydi! Doktorlar neyi yasakladıysa hepsini O’da yaptı, ben de yapıyorum.
Ölümden korkmazdı çünkü ölümün bir ‘hak’ olduğunu en iyi bilendi. Sohbette ikimizde şöyle bir dileklerde bulunurduk. ‘Allah yatağa düşürmeden, acı çektirmeden, emanetini alsın...’
O’nun dileği kabul oldu çok çekmeden, çok acı çekmeden emanetini sahibine teslim etti.
İnşallah darısı benim ve benim gibi dert çekenlerin başına.
Acı çekmeden kimsenin bakımına muhtaç olmadan emaneti sahibine teslim edelim.
*
Sevgili dostlar; bu dünyada para da, mal da mülk de kazanılır ama sevdiklerini geri getirmez. O nedenle sevdiklerinizi sımsıkı tutun, ona kaçacakmış gibi sarılın. İşi, parayı, uzaklığı, yakınlığı bahane etmeyin ve ona sadece “İYİ Kİ VARSIN” deyin.
Yazımın başındaki gibi şartların oluşmasını beklemeyin.
Merhum Muhsin Başkanın dediği gibi, “Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bu hayatta fırıldak olmaya gerek yok.”
*
“Ne alaka diyeceksiniz” ama; köyün birisine kendisini kabadayı zanneden bir kişi gelir.
Önce köy meydanında nara atar; “Heeeyyyttt var mı lan bana yan bakan?”
Köylüden tık yok.
Geçer hemen yandaki kahveye…
Kahvenin ortasında yine basar narayı, “Heeeyyytt var mı bana yan bakan? Kim ulan bu köyün en delikanlı kabadayısı?” der. Köylü pür dikkat, kendi köylerinin kabadayısı olan şahsı süzmeye başlar. Çünkü köyün delikanlı kabadayısı da o anda ordadır. ‘İşte şu kişi’ derler köylüler, gösterirler kendi köylüleri olan kabadayıyı...
“Sen misin ulan” der misafir kabadayı köyün kabadayısına ve dikilir başına…
“Konuş ulan” der ve basar tokadı, yerli kabadayıdan ses yok. Bir iki tokat atar yine ses yok, “soyun lan” der.
Yerli kabadayı soyunur, eğil der, eğilir ve geçer arkasına işini bitirir…
Tam toparlanacakken yerli kabadayının ceketi pislenir. İşte olanda bundan sonra olur. Sen misin ceketimi pisleten der, köylü kabadayı misafir kabadayıya, peş peşe yumrukları vurmaya başlar.
Misafir kabadayı yerlerde baygın şekilde kalır.
Köylü sorar kendi kabadayısına, “Ya madem bu adama gücün yetiyordu da, niye bunca hakareti yedin ve kendini becerttin?” diye.
Adam vakur bir şekilde; “Kavgada bile delikanlı olmak lazım, şartların oluşmasını bekledim” şeklinde cevap verir.
Demem o ki, bu insanlar bunca sabrı sineye çekiyorsa bir bildiği olmalı. Kim bilir belki de insanlar ceketin kirlenmesini bekliyorlardır. Vakti saati gelince tekme tokat başlarlar peş peşe vurmaya!
Neyse anlayan anlamıştır.
*
Ne güzel söylemiş; Merhum Üstat Necip Fazıl Kısakürek, “Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu” diye.
Oysa ki ben nasıl çıktım seninle o yola, aşkla, sevdayla, fedakarlıkla...
Şimdi sen yolda bulduklarınla, hatalarınla, kayıplarınla.
Hak mı? Adalet mi? Seni bu kadar çok sevenlere reva gördüklerin...
*
Son sözüm;
Farkındayım yazı biraz karışık oldu ama insan bazen söylemek istediklerini direk ve net söyleyemeyince zaman zaman saçmalayabiliyor lakin şunu da çok iyi biliyorum yazı yerini bulur...