Geçtiğimiz hafta “Kanser sizi yenemez” başlıklı bir yazı yazdım. İlgi gördü, iyi okundu. Faydam oldu ise ne mutlu bana.
Yazımı okuyanlardan bazıları soruyor;
“Kansere yakalanmamak için neler yapmalıyız?”
Sık sorulan diğer sorular ise;
“Kanseri nasıl yendiniz?” ve “Kanserin belirtileri nelerdir?”
Bakınız önce bir anlaşalım. Ben doktor değilim hatta tıp ile yakından uzaktan hiç alakam yok. Gördüğünüz gibi bir garip gazeteciyim.
Yazımda sadece tedavi sürecimle ilgili bilgiler verdim, yani kendimi anlattım.
Radyoterapi, kemoterapi aldım. Yanında bazı iğne ve ilaç uygulamaları...
Doktorlarım ne dediyse onu yaptım.
Bazı doktorlarım “ameliyat” dedi işte onu yapmadım.
Ameliyat olmayı düşünmedim, düşünmüyorum da!
Kısaca tekrar edeyim, kanser teşhisi konduğu andan itibaren önce moralimizi bozmayın.
Kanserin de bir karın ağrısı gibi, baş ağrısı gibi ya da ne bileyim, bir grip gibi hastalık olduğuna inanın.
Tedaviyi aksatmayın, doktorunuza güvenin, mümkünse sık doktor ve hastane değiştirmeyin. Çünkü her gittiğiniz hekim, tedaviye başlamak için ilk baştan, yani gittiğiniz her hastane yeniden işlemlere başlıyor. Nedeni ise? Hastayı tanımak, hastalığın geldiği noktayı teşhis etmek.
Bu da gayet doğal.
“Kansersin” dediklerinde panik yaşıyoruz ve bu panik bize sürekli hatalar yaptırıyor. Bu hatayı bende yaptım ama ben kimsenin tahmin edemediği kadar rahat adamım ve çok bilinçli hastayım. Kafama yatmayan hiç bir tedaviyi kabul etmedim.
Elbette doktoruma uydum, elbette tedavimi aksatmadım ama bazı konularda doktorlarıma uymadım.
Kemoterapi aldığım zaman doktorum “en az üç gün evden çıkma istirahat et” dedi ama ben neredeyse bir gün bile yatmadım ya da güç bela bir gün yattım.
Dağları mesken tuttum.
Kendimi attım ormanlara, ormanlarda bol bol yürüyüş yaptım, bol bol nefes alıp verdim.
Türlü türlü otlar yedim ama o otların hiç birini tanımıyorum, isimlerini bilmiyorum. Genç, körpe, yeşil, taze gördüğüm, midemin kaldırdığı otlardan yedim.
Bir önceki yazımda da dediğim gibi; ölümü hak bildim, vadem doldu, vakit geldi ise ne yapsan boş dedim kendi kendime.
Stresten uzak durdum ve her şeyden önce tüm vaktimi ailemle geçirdim.
Çocuklarımın desteği, ailemin ve sevenlerimin desteği güç verdi bana.
Her şeyden önce EYVAH ÖLECEĞİM GALİBA demedim. Vakit, saat doldu ise ölürsem ölürüm. "Ölüm de güzeldir, güzel olmasa peygamberler ölmezdi" dedim. Hayat benimle oynayacaktı, ben onu tiye aldım, ben onunla oynadım, dalga geçtim.
Prof. Dr. Füsun Tokatlı, ''Dünyada her yıl 17 milyon kişi kansere yakalanmaktadır. Bunların 8 milyonu kanser nedeniyle kaybedilmektedir. ABD'de 2017 yılında kansere yakalanan hasta sayısı 1 milyon 700 bindir” derken Türkiye’de ise bu rakam 160 ila 170 bin civarın da.
Erkeklerde, kadınlara oranla yüzde 20 daha fazla kanser hastası var.
Bunları devletin sağlık teşkilat yetkilileri söylüyor.
İnternete girin, araştırın.
Ben araştırdım ve deniyor ki;
“Erkeklerde en sık gördüğümüz kanser türleri; akciğer, prostat, kalın barsak, mesane ve midedir. Kadınlarda ise meme, tiroit kanseri, rahim kanseri, kolon ve akciğer kanseridir.”
Kısacası sevgili dostlar; ne yapmamız lazım, kansere kafa tutmak lazım.
Bunu da ancak doğadan güç alarak yapabiliriz.
Kansere yakalanan her hasta “Eyvah ben kanserim, öleceğim galiba” diye düşünmeye başlarsa o hastanın iyileşme oranı çok düşüktür.
Doktor, hekim değilim ama beş yıla yakınlaştı tedavi görüyorum ve işte bunun için çok okuyorum, çok araştırıyorum. Çünkü tedavinin bir başka türlüsü de kafamızı dağıtacak kitaplar okumak, faydalı bilgiler edinip, hiç ölmeyecekmiş gibi hayata sıkıca tutunmak...
Kalın sağlıcakla...