Silivri Belediyesi'nin son meclis oturumunda yaşanan "bağış" tartışmaları, farklı bir açıdan ele alınmayı hak ediyor. Merhum babam İrfan Ermiş, belde belediyeleri kapatılmadan önce yedi beldede yaşanan meclis üyesi aday adaylığı ve muhtar adaylıklarıyla ilgili kavgaları, tartışmaları ve gürültüleri “cennete girme yarışı” olarak adlandırırdı. Bu tanımın, bugünlerde siyasette yaşanan bazı olaylara da ışık tuttuğunu söylemek mümkün.
Siyasete girme motivasyonları hakkında sorular sorduğunuzda, insanlar genelde benzer cevaplar verir: "Halka hizmet, Hakk’a hizmettir" der bazıları, kimileri "çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma" amacı güder, bazıları da "insanları yönetmenin ancak siyasetle mümkün olabileceğine" inanır. Ancak Türkiye’de siyasetin büyük bir bölümü, dini inançlar etrafında şekilleniyor ve bu durum, siyasetin içinde farklı dinamikler doğuruyor.
Örneğin, belediyeye yapılan bağışlar, genellikle "Allah'ın rızasını kazanma" amacını taşıdığı iddiasıyla sunuluyor. Ancak bu bağışlar çoğunlukla fabrikatörler, müteahhitler ve büyük holdingler tarafından gerçekleştiriliyor. Akıllara şu soru geliyor: "Hayırda yarışın" ayetini bazı kişiler kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yorumlamıyor mu?
Silivri Belediyesi Meclisi'nde yaşanan son olaylarda Dicle Elektrik A.Ş.'nin belediyeye Mercedes marka Vito (VİP) tip bir araç bağışlaması dikkat çekiyor. Bu bağış, bedelsiz ve şartsız olarak sunulmuş olsa da, geçmişten bu yana bu tür bağışların benzer örnekleriyle sıkça karşılaşıyoruz. Son 20 yılda Türkiye’nin dört bir yanında belediye meclislerinde araç ve benzeri bağışların yapıldığını gözlemledik. Elbette bu tür bağışlar doğal karşılanabilir, ancak bazı “şark kurnazları” bu tür bağışlarla cennete girmeyi kısa yoldan hedeflemiyor mu diye sormak gerekiyor.
Mecliste MHP’li Sultan Aşkın ile CHP’li Tan Kıroğlu arasında geçen diyalog, bu tür bağışların arkasında farklı beklentilerin olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi. Tan Kıroğlu, Sultan Aşkın’a dönerek “Biz firmaya şunu mu demeliyiz: ‘Siz bize bunu veriyorsunuz ama bunu değil, şunu verin.’ O da sonra diyecek ki: ‘Siz bizden bunu talep ettiniz, şimdi siz de bize bunu verin.’ Önceki dönemde böyle mi yapıldı, bilemiyorum. Onlar sizlerin ilgi alanlarınızdır, tartışma konularıdır, benim değil.” ifadelerini kullandı. Bu “ilgi alanı” ifadesinin biraz daha açılması, kafalardaki soru işaretlerini gidermeye yardımcı olabilir.
Eğer bağış yapanların bu tür bir beklenti içinde olduğu doğruysa, bu durumda yapılan bağışlar ve ardındaki niyet sorgulanmalıdır. Bu tür bir niyet, Allah’ın “hayırda yarışın” emrine aykırı bir tutum sergileyerek, aslında dinin özüne zarar veriyor olabilir.
Bu noktada, "hayırda yarış" anlayışını tekrar gözden geçirip, niyetleri sorgulamakta fayda var. Çünkü asıl mesele, yapılan bağışın değerinden ziyade, niyetin saflığı ve samimiyetidir.