Koronavirüs süreci Dünya’ da halen ağırlığını hissettiriyor. İnşallah, Dünya bir an önce bu illetten kurtulur. Ülkemiz de yaklaşık 70 gündür ciddi bir mücadele veriyor. Ve mücadele konusunda başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Özellikle Sağlık Bakanımız Sayın Dr. Fahrettin KOCA’ nın soğuk kanlı ve objektif bilgilendirmeleri çok başarılıydı. Gerçekten de o kadar ekibine hakim bir profil çizdi ki, o kadar sağlık alanında iyi işler yapıldığını gösterdi ki, toplum bir an olsun güven kaybı hissetmedi. Bakanımız, ciddi teşekkürü hakkedenlerin başında geliyor. Başta Cumhurbaşkanımız Sayın; Recep Tayyip ERDOĞAN, Sağlık Bakanlığımızı, İç İşleri Bakanlığımızı, tüm kabileyi, tüm ülkemiz milletvekillerini ve bürokratlarını tebrik ediyorum. Tabi ki sağlık ordumuz bu işin kahramanları, onlara ayrıca tebrik gönderelim.
Ama bu başarılı işin bir taçla sonuçlanması, tedbirleri elden bırakmadan çalışmaktan geçiyor. Özellikle piyasalar açılsa bile, tedbirleri elden bırakmamak gereklidir. Asıl, bu sürecin bize gösterdikleri önemlidir. Bu verilerde; ülke, il, ilçe, mahalle ve aile olarak bazı önemli sonuçlar bulunmaktadır. Bu sonuçları çok iyi analiz ederek, bireysel olarak kendimizi hangi noktada geliştireceğimizi ve yaşam tedbirlerini görmemiz gereklidir.
Bu süreç, yaşamın bir felsefesi olduğunu ve tüm yaşamımızın temelinde bu felsefenin rol alması gerektiğini gösterdi. Bununla birlikte yaşamın bilgilenme sonucuyla, fakat bu bilgiye erken ulaşmak ya da bu bilgiye hazır olmanın ne olduğunu gösterdi. Bu da liyakattan geçmektedir. Günümüzde her bilgiye ulaşılabilir belki; ama hazır olma dediğimiz kavram, bize hakim olmak ifadesini vermektedir. İşte o hakim olanlarla çalıştığınız vakit, çalışmalar da doğru yöne gitmektedir. Diğer taraftan bakıldığında, belki de bir araştırma veya çalışma herkes tarafından yapılabilir. Ancak düşünce yolu dediğimiz bir bakış açısı vardır ki, bu bize epistemelojiyi vermektedir. Epistemoloji bilgi felsefesidir. Bir süreci, bilgelikle, sevgiyle, saygıyla gerçekleştirirseniz doğruyu bulursunuz.
Ancak, siz bunu bir kenara bırakıp standart, köhne, saygısız bakış açısını tercih ederseniz olağan üstü durumlarda sınıfta kalabilirsiniz. Özellikle şöyle bir gerçek var ki, ülkemizin sağlık alanında doğru işler yaptığını düşünüyorum. Fakat, işin doğa kuramları epistemelojisine gittiğimizde bu tip salgınların hayvanlardan bulaştığını görüyoruz ve onların florasını ya da doğasını bozduğumuz cevabıyla karşı karşıya kalmaktayız. O zaman daha önceden bu süreç nasıl işliyordu? Sorusunu sorduğumuzda karşımıza etimoloji gelmektedir. Etimoloji kök bilimidir. Yani bir kavramın kökünü oluşturmaktadır. Doğanın sirkülasyonunu sürdürebilmesi için belirli bir biyoenerjitik ritim olması gerekmektedir. Dolayısıyla acaba bu biyolojik enerji devriyle fazla mı uğraştık diye sormamak elde değil. Değerler felsefesi dediğimiz estetik ve etik unsurların bir arada tutulduğu düşünce felsefesi bu noktada daha da ağır basmaktadır.
Öncelikle bilgiyi araştıran, bu hususta tecrübe ve deneyime sahip insanlar ön plana çıkmalıdır. Bu süreç bize bunu anlatmaktadır. Artık bilginin stoklanması gerektiği gibi, bilen kişilerin işlerine karışılmaması gereken bir dönemdeyiz. “Bilgi işin sahibidir.” İşte yöneticilik sanatı da burada ortaya çıkmaktadır. Kısacası aracı işler tarihe karışacak gibi görünüyor. İş yapmak, internet ve ağ sistemleri düşünüldüğünde; bazı iş alanlarında daha kısa ve sonuç odaklı olması öngörülmektedir. Aslında holakrasi mi, doğuyor? Dememek için kendimi zor tutuyorum. Bunu da okuyucularımın araştırmalarına bırakıyorum. Ülkemizde çok konuşup az iş yapan devri kapanmıştır. Az konuşup çok iş yapan hatta hiç konuşmayan devri başlayacağını söylemeliyim. Mesela, benden uyarması 8 saatlik bir mesaide 1 saat toplantı yapan kurumlar tarih sahnesinden silinecektir. Bu kurumlar personeline nasıl konuştuğunu gösteren kurumlardır. İşi bilmeyen ne toplantısı yapabilir? Bunlar, asıl işi farkedemeyen kurumlardır. Kore, Japonya, Almanya, Kanada gibi bu süreçte herkese test yapmış başka ülkelerin de olduğunu unutmayalım. Bu ülkeler kaizen(Almanya’ yla benzerlik gösteriyor) gibi bir yönetim sistemini ele almaktadır.
Bu sistem sürekli gelişim, etkinlik ve verimlilik üzerine çalışmaktadır. Yatay örgütlenmelerin ön planda tutulduğu emeğin çok değerli olduğu sistemlerdir. Başarılı diğer ülkeleri de analiz ettiğimiz gibi başarısızlıkları da gözden geçirelim. Bu ülkelerin başarılı olmasında yatan sebep, bizim sağlık alanımızda olduğu gibi, asıl işi bilmeleridir. Bu ülkeler konuşma ve aracılık konusunda uzman değiller. Asıl işte uzmanlar. İşiyle ilgili konuşuyorlar. Bazı alanlarda daha multidisipliner olunmalıdır. İletişim, yabancı dil, empati, pazarlama gibi çok önemli(herkesin ağızında sakız olan), ancak bu alanlar alan bilgisiyle birlikte kullanılması gerekmektedir. Sözün kısası, göreve hazır kişilerle çalışılmalı, alan bilgisi ve asıl iş birincil ölçüt olmalıdır. Alan bilgisinden sonra kişinin diğer özellikleri işini daha kaliteli yapmasına faydalıysa, gerekli tutulmalıdır. Dolayısıyla en önemli aksiyolojik(değersel) ilke budur. Günümüzde etimoloji de budur, epistemoloji de. Her alandaki birincil önemlilikler, birincil işler ön planda tutulmalıdır.
Bu kadar konuştuktan sonra son söz olarak, sivil toplum örgütlerine lafı getirmek istiyorum. Ülkemizde bazı kurumlar var ki, sosyal etkinliklerde çok faaller ve faydalılar. Lakin, bir kuruma bir kullanım hakkı verilmişse, o hakkın karşılığı olan hizmeti en iyi şekilde vermek o kurumun asli görevidir. Ülkemizde ne yazık ki, buna da dikkat edilmiyor. İlgili kuruma bir yer verilmiş ve orası sonuç olarak, hizmet vermesi gerekiyor. Ama bakıyoruz ki; ne hizmet var, ne de yer. Dolayısıyla, bu günler bize kaynakların verimli kullanılması gerektiğini gösterdi. Bu konuyla ilgili Devletimiz, halka hizmeti ortaya koyması gereken bu kurumlardan bu yerleri bir an önce almalıdır. Ya da yapılması gereken hizmet kaliteli bir biçimde gerçekleştirilmelidir. Çünkü o yerlerde amaç halka hizmettir. İşin sebebi de sonucu da vatandaştır. Vatandaş ilgili kuruma bakmaz, hizmeti kaliteli ve konforlu alıyor mu, almıyor mu? Ona bakar. “Pasta yapılacak, diye ekmekten olunmaz.”
Sonuç olarak, daha çok çalışmamız idare etmememiz ve gerçekten işi yapmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Sözüm ona mış gibi, cılık ekleri getirilerek yapılan oyunları herkesin bırakıp “At binenin kılıç kuşananın” deyip, işi sahibine bırakması gereken bir dönemden geçeceğimizi düşünüyorum. Bu süreç sonrasında değişim dolaylı olarak gerçekleşecektir. Buradaki değişim kalite ölçütleridir. İşi refleks haline getirmiş uzmanların sayısının artması gerektiği, siyasallaşma uygulamalarının azalacağı, daha holakratik bir dönem bu. Bunu uygulayanların ileriye dönük kazançlarla çıkacağını düşünüyorum. Herkese, sağlıklı, mutlu, spor ve egzersizle dolu günler dilerim.
Esenlikle kalın.
Evde Kal Türkiye!