Önceki yazılarımda sporun sosyolojik boyutlarından bahsetmiştim. Ancak sporun daha çok toplumsallaşma ve içinde bulunduğu kültürel yapıya olan faydalarına değinmiştim. Bu noktada tarihin derinliklerine giderek sporun sosyolojik kuramlarından da bahsetme gereği duydum. Çünkü bu kuramlar sporun içerisinde kendine özgü olan siyasi olguyu ortaya koymaktadır. Spor siyasetten her noktada ayrı olmalıdır. Ancak kendi içerisindeki mekanizmaları da bir yana atamayız. Çünkü sporun sosyal entegrasyon ve bütünleşme özelliği başlı başına toplumların yönetilmesi sürecinde bir etki haline gelmiştir. Bu durum bazı doğruları değiştirmemelidir. Spor her kapıyı açar. Evet, böyle bir ifade çok kullanılır. Hangi spor? Ne seviyede yapılan bir spor? Ya da hangi uzmanlıkla yapılan bir spor? Bu soruyu sormak gereklidir. Çünkü birazdan okuyacağınız kuramlar verdiğim örnekler bütün algınızı değiştirecek. Yani sporun bir siyasi sivil toplum örgüt propagandasının dışında bir olgu olduğunu göreceksiniz. Ya da basit yerel ve merkezi oyunun dışında bir olgu olduğu anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Çünkü spor varoluşçuluk, hümanizm ve natüralizm kuramlarıyla kurgulanan bir yapıdır. Bu kuramlar seçme özgürlüğü tanır. Siz sporcuyu sosyal yapı içerisinde öyle yap böyle yap diye yönlendiremezsiniz; sporcu kendi güdülenen ve seçme özgürlüğüne sahip fenomen bir kişiliktir. Dolayısıyla oradaki sistem tamamen bağımsız olmalıdır. Tabi ki belirli noktalarda sporcunun da sorumlulukları vardır. Sporcuya ve spor adamına yakışır şekilde davranmalı, erdemlik ve hoşgörü kültürünü savunmalıdır. Bunun yanında sporda hümanizm vardır. Rakibe saygı ön plandadır. Ayrıca tamamen önyargılardan arındırılmış bir yapıdadır. Sporun doğal yapısını bozmadan oynanması, en önemli kriterdir. Bu bize natüralizmi anımsatmalıdır. Yani sporcu istekli olduğunda çok iyi performans göstermektedir. İstek, çok önemli bir faktördür. Sporun sosyolojik kuramlarında bu ana felsefi kuramlar önemli yer tutar. Şöyle bir soru aklımıza gelebilir: Sporda idealizm ve realizm yok mu? İdealizm sporun ilk ve başlangıç düşüncesinde(fair play) mutlaka olmalıdır. Ancak eğitim kısmında bir evrimleşmeye(pragmatizmle değişim) gitmiştir. İdealizm bir takım siyasi olguları gerektirir. Buna karşı, ahlaki noktada sporu her zaman etkisi altına alabilir. Ancak temel bilgi kaynağı açısından spor sürekli gelişen ve değişen bir alandır. Bu sebeple bu noktada realizmin bilimsel gerçekler ifadesi ön plana çıkmaktadır. Zaman zaman da pragmatizmin etkisi hissedilir. Dolayısıyla günümüzde ne idealizmi ne de realizmi bütünüyle ele almanız mümkün değildir.
Bu felsefi kuramları temele alan çeşitli sosyolojik spor kuramlarından bahsedilebilir. Sporun ilk kuramı işlevsel kuramdır. Belki de günümüzde siyasetçileri de büyüleyen kuramdır. Spor, insanları bir araya getiren bir seremoni düzeyindedir. Birçok farklı kişilikte ve farklı sosyal tabakadan olan insanı bir araya toplama özelliği vardır. Ancak bunun bir düzeyi var. Acaba etkinlik ne seviyede? Ya da gerçekten her kişiye hitap edebilir mi? Ya da bunu bir spor eğitimi olarak düşündüğümüzde, acaba o eğitim gerçekten değerli norm ve kuralları içeriyor mu? Hayatın diğer noktalarıyla entegre edilebilir mi? Sporla eğitim amacı güdülmelidir. Bunun yanında sporun bütünleştirme amacı vardır. Ama hangi koşulda? Spor norm ve kurallarına göre uygulanıyorsa… Çünkü spor başlı başına varoluşçu bir boyutta gelişmektedir ve temelinde bu vardır. Bu da ona ciddi bir seçim şansı sunuyor. İşte bu noktada yanlış açıdan bakıldığında hata şansını da ortaya koymaktadır. Çatışmacı teori, sporun bir uyutma etkisidir. Real Madrid Stadyumunun yapıldığı yıllarda o dönemin kralı bana 20.000 kişilik bir uyku tulumu hazırlayın demiş. Bu stadyum bugünkü Real Madrid’ in maçlarını oynadığı bernabeu stadyumuydu. Evet, bunu üst düzeyde bir organizasyonda gerçekten de yapabilirsiniz. Ancak ne seviyedesiniz? Ya da ne kadar oyalayabilirsiniz? Aslında biz bunu oyalama olarak düşünmeyelim de nitelikli iş diyelim. Haksızlık da etmeyelim. Yaşadığımız yıllarda ne kimse uyur ne de uyutmaya kalkışılır. Bunu belki ulusal bir boyutta düşünebilirsiniz. Peki yerel seviyede? İşte asıl konuya geldik. Eleştirel kuram, sporcuların siyasi araç olarak kullanılmasından bahsetmektedir. 1936 yıllarında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı bir toplantıyla misyonunu tamamlamış, yerine Türk Spor Kurumu kurulmuştur. Bu kurum çok ilginç bir işe imza atmıştır. Bütün ülkedeki sporculara o yılın hükümet partisine üyelik zorunluluğu getirmiştir. Aslında Türk Spor Kurumu’ da tamamen parti boyunduruğundadır. İşin ilginç tarafı 1936 ilk altın madalyamızı kazandığımız Berlin Olimpiyatlarına tüm kafile ceketlerinde bir parti rozetiyle katılmışlardır. Buradaki yorumu siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Ben bu örneği, eleştirel kurama örnek olması açısından anlattım. Yermek ya da övmek açısından değil. Diğer ilginçlik bunu yapan yani bağlanan kurum, 2 yıl sonra misyonunu tamamladı. Ve Devlet artık spor tamamıyla resmi kuruma yani bir devlet kurumuna bağlı olmalıdır, dedi ve Beden Terbiyesi kurumunun temelleri atıldı. Görüldüğü gibi kuramın konuyu gerçekten de eleştirdiği kadar var. Çünkü yararı yerine zararı bulunmaktadır. Sporcular eğer varoluşçu, hümanist ve natüral düşüncelerin dışına çıkıp sivil toplum örgütü düşüncelerine girerse her zaman kontrol dışı davranarak başarısızlıkla sonuçlanan denemeler ortaya çıkmaktadır ve çıkmıştır da… Figürasyonel kuram ise, spor branşlarına çeşitli semboller getirmektedir. Bu düşünce bir ön yargıdır. Bir branşı bir ülkeye mal etmek bir tabakaya mal etmek ya da bir özelliği ona yakıştırmak olarak görülmektedir. Bu kuramın bir zararı yoktur; ancak önyargının da sporda pek kullanılmaması doğru olacaktır. Çünkü spor sahada oynanır ve sonuçlanır. Feminist kuram ise, sporun cinsiyet bakış açısıdır. Örneğin; futbol erkek sporudur. Cimnastik kız sporudur gibi. Oysaki her iki spor branşı iki cins tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu kuram da bunu desteklemektedir. Beden teorisi bize 1990 ları anımsatmaktadır. Sporun daha artistik beden estetiği yönünden uygulanmasıdır. Ancak günümüzde wellness kavramıyla bu düşüncenin ağır basan tarafı biraz daha tarihe karıştı diyebiliriz. Sporun kuramları her tarih ve dönemde değişken olduğu görülmektedir. Spor adamlarının spor siyaset ve toplum üçgeninde sporun daha sosyal anlayışında ön plana çıkarması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca daha çok ulusal boyutta ele alınması gerektiğinin altını çizmeliyim. Çünkü tarihsel süreç olarak spor incelendiğinde günümüzde bu kuramların zaten uygulanagelmiş taraflarının olduğu görülmektedir.
Spor ya da sporcu siyasallaştırılabilir mi? Bu en tehlikeli olandır. Genelde istihdam etme, yardım ya da destek alabilme gayeleriyle bu süreçlerin içerisine girilmektedir. 1936 örneği olimpiyatlarda yaşanmış bir ilktir belki de. Ve Türk Spor Kurumu bunu tabiki de yardım ve destek alabilmek için yapmıştır. Ama ulusal çaplı bir konudur. Yani ülke temsili söz konusudur. Buna dikkat çekmek isterim. İstihdam da tehlikeli bir süreçtir. Bu noktada en güzel istihdam tekniği, ölçütlerin(basit ve kolay olmamak kaydıyla) tarafsız, objektif düzenlenmesidir. Günümüzde bu noktada hatalar yapılmaktadır. Ancak her geçen gün daha iyiye gitmekteyiz. Bu sebeple siyasallaştırma ile yukarıda saydığım toplumsal süreçte doğal olarak oluşan kuramlar birbirine karıştırılmaktadır. Bu sebeple Türk sporunun işkence çektiği noktalar yok diyemem. Bundan sonrasını siz değerli okuyucularımın yorumlarına bırakıyorum.
Herkese sağlıklı, mutlu ve sporla dolu günler dilerim, esenlikle kalın.