Futbol, temelinde İngiliz menşeili bir spor dalıdır. Tabi ki tarihe baktığımızda tepük ismiyle birçok topluluk, devlet ve milletimiz tarafından da oynandığı bilinmektedir. Özellikle Göktürklerin oyunla bir hayli ilgilendikleri literatürde geçmektedir. Fakat tepük isimli oyun bugünkü yapısıyla oynanmamaktaydı. Buna bağlı olarak sadece oyunun değil kural ve araçlarının da bugünkü biçimine çok da benzemediği yönünde bilgiler de mevcuttur. Özellikle Kaşgarlı Mahmut’ un eseri Divan - ü Lügat - it Türk oyunun keçi kılından ve çelikten eritilerek, topa benzer bir yapıya büründürülmüş bir araçla oynandığı belirtilmektedir. Günümüzdeki oyun biçimiyle modern futbolun atalarının İngiltere olduğunu görürüz. Tüm dünyadaki kabulü de bu yöndedir. Aslında İngiltere’ de bu süreçte kulüplerin sahiplerinin olduğuna dair bilgiler mevcuttur. O dönemde İngilizlerin sporun temellerini oyunlarla(sağlık faktörü Danimarka ve İsveç gibi ülkelerden sonra ele alınmıştır) attığı bilinmektedir. Yani spor bir eğlence aracı olarak görülmekteydi. Buradaki kritik nokta parayla yapılan eğlence aracı olarak düşünülmesidir. Bugünkü iddia ve bahis sembolü onlar için de geçerliliğini korumaktaydı. İngiliz Oyunu adlı film(dizi) bunu fazlasıyla yansıtmaktadır. O dönemin ilk takımları Sheffield, Blackburn gibi futbol kulüpleridir. Temellerinde sahiplik yatmaktadır. Kulübün başkanları sahipleri gibiydi. Açıkçası kulübü kuranlar kulübün yalnız başkanı değil, ister istemez sahibi edasıyla kulübü yönetmekteydiler.
Günümüzde futbolun dünyadaki yönetici kurumu Fifa Avrupa’ da ise, UEFA’ dır. Bu kurumlar hem dünyada hem Avrupa’ da futbolu adil ölçütler çerçevesinde yürütmeye çalışmaktadır. Özellikle 2008 yılından sonra UEFA yeni bir yapılanmaya gitti. İçerisinde Fair Play(adil oyun) olan düzenlemeye Finansal olarak bir ekleme yapıp, mali ve hukuki açıdan adaletli bir sistem oluşturmak için adım attı. Bu noktada Dünyada önde gelen spor hukukçuları ve spor ekonomistleri bir araya gelip, fikirlerini ortaya koydular. Ortaya çıkan tablo ise, faaliyet gelir ve giderlerinin dengelenmesiydi. Bu yıllardan itibaren 2010 ve 2012 yılları arasına denk gelen bir düzenleme yapıldı. Bu düzenlemede her yıl belli başlı faaliyet gelir ve gider kotaları konularak kısıtlamaya gidildi. Örneğin, X kulübü maksimum 30 milyon Euro faaliyet gideri fazlası oluşturabilir, denildi. Aslında hikayenin başladığı yer tam da burasıydı. Çünkü; futbol, modern oluşundan bu yana bir seyir, şov, reklam, teşir ve prestij olarak görülen bir gösteri aracıydı. Oysaki şu an da kuralda anlatılan futbol kulüplerinin bir şirket olduğu ve şirketler muhasebesi kanunlarına(Ticaret Hukuku, Vergi Hukuk vb.) göre yönetilmesi gerektiğidir. Lakin iş adamları onu reklam, prestij vb. araçlarla kullanmaktaydılar. Hatta statüler ilişkisi olarak bile görülmeye başlanmıştı, diyebiliriz.
Son yıllarda bu noktada birkaç kulübe kısıtlama gelmesi ve birkaç kulübün, özellikle iş adamlarınca yönetilen kulüplerin midesini bulandırmaya başlamıştı. Ve iş son noktaya geldi. Kendi birliklerini kuran markalar olmak istediler. Son gelen haberde ise, Avrupa Süper Ligi oluşturma gayretleri(Arsenal, Chelsea, Liverpool, Manchester City, Manchester United ve Tottenham; Atletico Madrid, Barcelona, Real Madrid Milan, Inter Milan ve Juventus)… Burada bir marka çatışması mı; yoksa reklam, lisanslı ürün, prestij, yayın hakları vb. diğer faaliyetlerini daha rahat mı yapmak istemeleri? Çünkü bildiğim kadarıyla UEFA sponsorluklara bile bir takım kurallar ve kota getirmeye hazırlanıyordu. Oysaki bu kulüpler merkantilist(kaynakların sınırlı oluşu düşüncesi ve bu kaynakları daha fazla kullanmak ve bunlara daha fazla sahip olmak) düşünce unsurunu ön plana çıkararak kaynakların daha fazlasını elde etmeye hazırlanmaktalar. Ve burada bir pandemi gerçeği ve buna bağlı olarak kaynakların azalması başı çekmiş olabilir. Buraya kadar sebepleri anlattım. Peki, bu oyunda finansal fair play bir adalet unsuru gösterilebilir mi? Bence asıl sorun burada diye düşünüyorum. Evet, İngiltere’ de başlayan bir oyun düşüncesiyle ele alırsak ya da doğduğu gibi gitsin dersek tabi ki hayır. Ancak böyle bir şey mümkün değil. Dünya kaynaklarının resmi çerçevede kullanılması ve kaynakların eğitimsel açıdan geliştirilebilir olması yönünden bakıldığında kesinlikle resmi ve hukuki çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Siz hem ben şirketim benim kulübümün şöyle taşınmazı var böyle aracı var, diyeceksiniz; hem de bana kota koyma; isteyen başkan, dilediği sponsoru dış kaynak kullanarak; istediği parasal faaliyeti yapabilir, şeklinde serbest hareket etmek isteyeceksiniz. Bu açıdan bakıldığında UEFA’ ya hak vermemek elde değil. Bunun açıklaması kesinlikle fırsatçılıktır. Baktılar pandemi sürecinde kaynaklar azaldı. Şimdi kendi birliklerini kurarak dış kaynak aktarımıyla Dünyadaki sportif kaynağı toplama gayesine girişmekten başka bir şekilde anlatılamaz bu durum. Okurlarımın dikkatini şu noktaya çekmek istiyorum: İnan olun bu diğer alanlarda da böyle; eğer biraz özgürlükleri kısıtlansın şartlar eşitlensin, hemen el frenini çekiyorlar. Bence bu noktada UEFA kararlı olmalı ve gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Türkiye, Belçika, Portekiz, Almanya, Rusya, Hollanda(Alt yapıdan sporcu yetiştiren ülkeler) gibi ülkelerin bunun dışarısında bırakılması da ortadaki kaynağın belirli yerde toplanmaya çalışılmasıyla açıklanabilir.
Köşe yazılarımda üzerine basarak açıkladığım husus tekrar karşımıza çıktı. Alt yapıya önem vermeyen ülkeler ya bir ortaklıkla çıkar arayışına girecek; ya da başarısız sonuçlar almaya mahkum olacaktır. Bu noktada son yılda yaşanan pandemi sürecinin de bunu tetiklediğini düşünüyorum. Ortada bir pasta var bu pastada avantajlı olabilmek için bir kaynak aktarımı gerekiyordu. Hali hazırdaki UEFA kriterlerinin buna imkan vermediği kesin. Diğer bir unsur ise, ekonomideki ikame edilebilirlik özelliğidir. Kaynağın diğer branşlara kayma endişesi yeni bir atılımı gerekli kılmış ya da düşüncesini ortaya koymuş olabilir. Geri kalanını zamana ve siz okurlarımın yorumlarına bırakıyorum…
Sağlıklı, mutlu ve sporla dolu haftalar dilerim.
Esenlikle kalın…